Bir İfade Dili Olarak: Oyun
- Uzm. Kln. Psk. Bengü Kovar

- 14 Şub 2024
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 23 Eyl
Oyun denilince akla ilk gelen tanım oyunun çocuklara özgü bir aktivitenin ifadesi olduğudur. Bu yazıda oyunu iki farklı yerden ele alacağım; ilki bir çocuğun anlam dünyasını ifade ediş biçimi olarak oyun, ikincisi ise yetişkinin kendiliğinin sınırlarını genişletmesinde oyunun ve oyunsuluğun rolü.

Çocukların dünyasını anlamak için öncelikle yetişkinlerin dünyasında yer alan kavramların çocuklar için aslında ne kadar soyut olduğunu anlamamız gerek. Çocuklar için yaşamın toplumsal sınırları, kuralları ve bilinmesi gerekenleri o kadar karmaşıktır ve öğrenilmesi gerekmektedir ki çocuklar bunları yeniden kurgulayarak içselleştirmeye ihtiyaç duyarlar. İçselleştirdikçe kavrar ve kavradıkça dahil olurlar. Çocuk, oyun ile anlam bulur; oyun olmadığında hayat tecrübelerini bütünleyebileceği becerilerden uzak kalır. Oyunda annesi gibi hazırlanır, makyaj yapar veya babası gibi müzik aleti çalar, besler, savaşır, düşer, kazanır. Böylece gözlemlediklerini yalnızca tekrar etmez, kendi anlam dünyasında yeniden sahneler. Oyun, bir bilinçdışı ifade olarak tüm bastırılmış arzuların, duyguların ve içsel çatışmaların dışavurumudur. Tüm zamanını oyun ile geçirebilir, kendini oyuna adarlar. Bu adanmışlık çocukların gerçeklikle olan ilişkilenmesini belirleyen psikolojik yapılanmasını dönüştürür ve geliştirir. O nedenle de çocuk için oyun bir duygusal regülasyon (düzenleme) aracıdır, başa çıkamadığı durumlar karşısında çocuğu rahatlatır ve duygusal stabilizasyonunu sağlaması için ona güvenli bir alan sunar. İngiliz psikanalist Donald Winnicott (1971), bu alana, geçiş alanı (transitional space) der. Geçiş alanı çocuğa, gerçeklik ve fantezi arasında oynayabileceği güvenli bir alan sunar. Çocuğun içsel deneyimlerini dış dünyaya bağladığı, zor duyguları ile başa çıkabilmesi için sahip olduğu güvenli bir yapı ve dış dünya ile kurulan bir ilişkidir. Bir çocuğun oyununu gözlemlemek onun dünyasını ve yaşama dair temsillerini tanımanın kapılarını bize aralar.
Peki, oyun bir yetişkinin dünyasında nasıl bir alan kaplar? Yetişkin dünyasının içinde yer alan katı yasalar aslında herkesin zamanında birer çocuk olduğunu ve bu zorlantı ile oyun oynayarak başa çıktığını unutturur. Çocuk için oyun hayatın temsillerini kurmanın bir yolu iken, yetişkin için oyun ve oyunsuluk, gerçeklikle başa çıkmada ve yaratıcılığını canlı tutmada temel bir işleve sahiptir. Winnicott (1971) yetişkinlikte bu geçiş alanını sanat, kültür ve yaratıcılık ile doldurarak gerçeklikle bir köprü kurduğumuzu belirtir. Yetişkinlikte yaratıcı ifadeyi aramak, anlamlı etkileşimlerde bulunabileceğimiz aktivitelerin veya alanların içinde olmak bireylerin otantik kendilik deneyimleri ve duygusal regülasyon sağlamaları için önemlidir. Kurallar ve yasalar etrafında yaşarken, kendi yaratıcıkları ile yenilenebilecekleri bu sembolik oyun alanlarında üretir, eğlenir, regüle olur ve genişlerler.
Bu bağlamda, Winnicott’un "oyun, terapinin kendisidir" görüşü, oyunun çocuklukla birlikte veda etmemiz gereken bir kavram olduğunu şiddetle reddeder. Çocuklar oyunu yaratırlar. Her seferinde ilk kez oyun oynuyormuşçasına heyecanlı, yaratıcı, keşif dolu ve tutkuludurlar. İçimizde gizlenmiş fakat bulunmayı bekleyen gerçekliklerimizi de tıpkı bir çocuğun oyunu ele alışındaki ciddiyetle ele almak, yaratıcılığımızı ve oyunsuluğumuzu kendiliğimizle bütünleştirmek belki de yetişkinliğin sınırlarında bireyi daha canlı kılmanın anahtarıdır. Winnicott, “Gizlenmek zevklidir, bulunmamak bir felaket” der. İçimizde gizlenmiş yaratıcı alan bulunmadığında kaybolmaz, yalnızca görünmediği için varlığını sürdüremez hale gelir. Winnicott’un işaret ettiği geçiş alanı, özellikle Dans ve Hareket Terapisin'de (DHT) çocuklarla da yetişkinlerle de yapılan çalışmalarda bireye bu özgün ve yaratıcı geçişi sağlamayı amaçlar. DHT, İçsel deneyimi dış dünya ile bağlarken insanın dış dünya ile temas ettiği ana enstrümanı ele alır; “beden”. Bedenin hareketi aracılığıyla geliştirilen oyunlar ve oyun alanında, bastırılmış duyguların ve arzuların, travmaların ve savunmaların somatik ifadelerine imkan tanınır (Leventhal, 2010). Yetişkinlerin ruhsal ve bedensel ifadelerini bütünleştiren bir alan haline gelerek kendi içsel çatışmalarını anlamalarını sağlayıp, kendiliklerine yakınlaştırır.
Oyuna alan açmak, kişinin kendiliğinin katmanlarını keşfetmesinin en temel araçlarından biridir. Bilinçdışına ve içsel temsillerimize giden ipliğin ucunu tutabilmektir. Çocuğun oyun dilinin biricik olması gibi her yetişkinin de kendine has bir oyun alanı ve yaratıcılık kapasitesi mevcuttur. Yetişkin dünyasının katı yasaları içerisinde sıklıkla kenara ittiğimiz bu alan bize kendi otantik benliğimizin kapılarını aralar. Dans ve Hareket Terapisi, bireyi tam da bu noktada bedenin oyununa davet eder: hareket aracılığıyla bilinçdışına yaklaşmaya, travmaları ve arzuları bedensel bir dilde ifade etmeye, kendi otantik varoluşuyla bağlantı kurmaya. Peki sizin yaratıcı alanınızda neler var? O alanı hayal ettiğinizde zihninize hangi imgeler geliyor? Bu yazı ile sizleri kendi merakınıza ve oyun alanınıza yaklaşmaya davet ediyorum.
Referanslar:
Winnicott, D. W. (1971). Playing and reality. Routledge.
Leventhal, D. (2010). The body in play: Embodiment and psychotherapeutic practice. Body, Movement and Dance in Psychotherapy, 5(2), 123–135. https://doi.org/10.1080/17432979.2010.504050



Yorumlar